ISSN: 2148-4902 | E-ISSN: 2536-4553
Northern Clinics of İstanbul - North Clin Istanb: 1 (1)
Volume: 1  Issue: 1 - 2014
RESEARCH ARTICLE
1.Comparison of clinicopathological findings among patients whose mammography results were classified as category 4 subgroups of the BI-RADs
İhsan Metin Leblebici, Süleyman Bozkurt, Turgut Tunç Eren, İbrahim Ali Özemir, Jülide Sağıroğlu, Orhan Alimoğlu
PMID: 28058294  PMCID: PMC5175017  doi: 10.14744/nci.2014.21931  Pages 1 - 5
AMAÇ: Mamografileri BIRADS IV olarak sınıflandırılan hastaların, BI-RADS 4 alt grubuna göre mamografik, demografik ve klinikopatolojik korelasyonunun karşılaştırılmasını amaçlandı.
YÖNTEMLER: Mamografisi (Senographe senix 600t; General Electric, Moulineaux, France) BI-RADs 4 olarak sınıflandırılan toplam 103 hasta çalışmaya dâhil edildi. Demografik özellikleri (yaş, menopoz durumu, aile hikâyesi) kaydedildi. Bütün veriler BI-RADs 4 subgruplarına göre karşılaştırıldı.
BULGULAR: Hastaların %68.9’u (n=71) BI-RADS IV subgrup A, %7.8’i (n=8) BI-RADS IV subgrup B ve %23.3’ü (n=24) BI-RADS IV subgrup C sınıfındadır. 4B ve 4C grubu olguların sonuçlarının malign olma oranları 4A grubundan anlamlı düzeyde yüksektir (p<0.05). 4B ve 4C grubu olguların sonuçlarının malign olma oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p>0.05). 4B grubundaki olguların yaş ortalaması 4A ve 4C grubundaki olgulardan anlamlı düzeyde düşüktür (p<0.05). 4A grubu olgularda aile öyküsü görülme oranı, 4C grubundaki olgulardan anlamlı düzeyde yüksektir (p=0.025). 4A ve 4C grubu olgularda menopoz görülme oranı 4B grubundan anlamlı düzeyde yüksektir (sırasıyla p=0.021; p=0.003
SONUÇ: BI-RADs 4B ve 4C gruplarında malignite oranı 4A grubundan yüksektir.4A grubunda pozitif aile hikayesi 4C grubundan daha sıktır. Grup 4A ve 4C’ deki hastalarda menopoz durumu daha sıktır. Bu durum Grup 4A ve 4C’ deki hastaların yaş ortalamalarının grup 4B’den daha yüksek olmasına bağlanmaktadır.
OBJECTIVE: To compare the mammographic, demographic and clinicopathological characteristics of patients whose mammographies were classified as category 4 subgroups of the Breast Imaging – Reporting and Data System (BI-RADS).
METHODS: In total, 103 patients with mammography (Senographe senix 600t; General Electric, Moulineaux, France) results classified as BI-RADS 4. Demographic data (age, menopause, family history) were recorded. All data were compared among BI-RADS 4 subgroups.
RESULTS: In all, 68.9% (71/103), 7.8% (8/103) and 23.3% (24/103) patients were in groups 4A, 4B and 4C, respectively. The incidence of malignancy was higher in groups 4B and 4C than in group 4A (p < 0.05), but similar in groups 4B and 4C (p > 0.05). Mean age was lower in group 4B than in groups 4A and 4C (p < 0.05). A positive family history was more common in group 4A than in group 4B (p = 0.025). The frequency of menopausal patients was greater in groups 4A and 4C than in group 4B (p = 0.021 and p = 0.003, respectively).
CONCLUSION: The rate of malignancy was higher in groups 4B and 4C than in group 4A. A positive family history was more common in group 4A than in group 4C. Group 4A and 4C patients tended to older and were more likely to be menopausal than those group 4B patients.

2.Is There a New Finding Added to Fibromyalgia Syndrome?
Banu Sarıfakıoğlu, Aliye Yıldırım Güzelant, Şeref Alpsoy, Birol Topçu, Cüneyt Ünsal, Nilay Şahin
PMID: 28058295  PMCID: PMC5175027  doi: 10.14744/nci.2014.37450  Pages 6 - 12
AMAÇ: Bu çalışmada, fibromiyalji hastalığında, depresyon ve anksiyeteye bağlı aritmi riskinin incelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Çalışmaya toplam 59 fibromiyalji, 20 kontrol hastası alındı. Hastalık
şiddetini belirlemek için hastalara Fibromiyalji etki anketi, görsel ağrı skoru uygulandı.
Hasta ve kontrol grubuna Beck anksiyete (BAÖ) ve depresyon ölçeği (BDÖ) uygulandı.
Katılımcılara EKG çekildi, atrial aritmi riski için P dalga dispersiyonu (Pd), ventriküler
aritmi riski için QT dalga dispersiyonu (QTd) ve düzeltilmiş QT(QTdd)belirlendi.

BULGULAR: Hasta grubunda kontrol grubuna kıyasla BAÖ ve BDÖ sonuçları belirgin yüksek çıktı (p˂0.001). Hasta grubunda Pd istatistiksel olarak anlamlı uzun çıktı (p=0.034). Diğer verilerde anlamlı fark saptanamadı.
SONUÇ: Bu çalışmada fibromiyalji hastalığında aritmi riski değerlendirildi ve fibromiyalji hastalarında kontrol grubuna göre artmış Pd saptandı. Bu da fibromiyalji hastalarında atrial fibrilasyon (AF) riskinin kontrol grubuna göre artmış olduğunu göstermektedir. Fibromiyalji hastalarının görece genç grup hastalardan oluştuğu ve ileri yaşla birlikte AF riskinin artacağı düşünülürse, bu hastaların bu risk açısından ileri yaşlarda da takip edilmeleri önem arz etmektedir.
OBJECTIVE: Aim of this study is to examine depression and anxiety related arrhytmia risk in fibromyalgia syndrome (FMS).
METHODS: 59 patients with the diagnosis of FMS and 20 control participants were included into the study. Fibromyalgia impact questionnaire, visual pain scale were applied to determine the severity of the disease. Beck anxiety (BAS) and depression scales (BDS) were applied to all participants. Electrocardiogram was performed to participantss, P wave dispersion(Pd) used for determining the atrial arrhythmia risk, and QT wave dispersion (QTd) and corrected QT(QTdd) used for determining the ventricular arrhythmia risk.
RESULTS: BAS and BDS results were significantly higher in patients group compared to controls (p ˂ 0001). In patients group, Pd was significantly longer (p = 0.034). There were not significant differences in the other datas.
CONCLUSION: In this study, the risk of arrhythmia in FMS was evaluated and increased Pd in patients with FMS compared to control group was detected. This shows that risk of atrial fibrilation (AF) in patients with FMS have increased. With the knowledge of fibromyalgia is consisted of relatively young patients and risk of AF is increased with age, it is important to follow-up these patients in later ages for AF risk.

3.Serum Vitamin D Levels in Children with Recurrent Tonsillopharyngitis
Abdülhamit Çollak, Abdülkadir Bozaykut, Bilge Demirel, Rabia Gönül Sezer, Lale Pulat Seren, Mahmut Doğru
PMID: 28058296  PMCID: PMC5175018  doi: 10.14744/nci.2014.76486  Pages 13 - 18
AMAÇ: Bu çalışmada sık tonsillofarenjit geçiren çocuklarla, sağlıklı çocukların D vitamini düzeylerini karşılaştırmayı; sosyodemografik özellikler ile D vitamini düzeyi arasındaki ilişkiyi araştırmayı hedefledik.
YÖNTEMLER: Bu çalışmaya, Ocak–Ekim 2012 tarihleri arasında Zeynep Kamil Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Polikliniklerine başvuran 2-12 yaş arası sık tonsillofarenjit geçiren ve sağlıklı çocuklar dahil edildi. Her iki grupta tandem ms yöntemiyle serum 25(OH) D vitamini düzeyi çalışıldı. Serum D vitamini düzeyini etkileyebilecek risk faktörleri sorgulandı. Çalışma için Etik Kurul onayı Zeynep Kamil Kadın Ve Çocuk Hastalıkları Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Etik Kurul’undan alınmıştır ve çocukların ebeveynlerinden çalışma öncesi aydınlatılmış onam alınmıştır.
BULGULAR: Çalışmamıza 74 (%50,3) hasta ve 73 (%49,7) kontrol grubu olmak üzere, toplam 147 çocuk dahil edildi. Yaş, cinsiyet ve demografik özellikler açısından iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı. Sık tonsillofarenjit geçirenlerde D vitamini düzeyi ortalama 19,7±8,7 ng/ml iken, kontrol grubunda 23,6± 9,2 ng/ml saptandı (p<0,01). Sık tonsillofarenjit geçiren hastalarda D vitamin kullanma süresi kontrol grubuna kıyasla daha kısa olmasına rağmen bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05).
SONUÇ: Yılda 7 ve üzeri tonsillofarenjit geçiren çocuklarda kontrol grubuna kıyasla D vitamini düzeyi anlamlı derecede düşük saptandı. Sık tonsillofarenjit geçiren çocuklarda serum D vitamini düzeylerinin ölçülmesinin ve eksiklik saptanan hastaların tedavisinin gerekli olduğunu düşünmekteyiz.
OBJECTIVE: In this study, we aimed to compare vitamin D levels of children with recurrent tonsillopharingitis and healthy controls. Also, we investigated the relationship between sociodemographic characteristics and serum vitamin D.
METHODS: The study included children with recurrent tonsillopharingitis and healthy controls from the outpatient clinics of Zeynep Kamil Maternity and Children’s Diseases Training and Research Hospital from January to October 2012, prospectively. Children were aged between 2-12 years. Serum 25 (OH) vitamin D levels were studied by Tandem MS. Risk factors associated with vitamin D levels have been questioned. Ethical aproval was obtained from Zeynep Kamil Maternity and Children’s Diseases Training and Research Hospital ethical comitee and informed consent was obtained from the legal guardians of the study subjects.
RESULTS: A total of 147 children; 74 (50.3%) patients and 73 (49.7%) controls were included. Age, gender and demographic characteristics did not differ significantly between the two groups. Vitamin D levels in patients with recurrent tonsillopharingitis and controls were 19,7±8,7 ng/ml and 23,6± 9,2 ng/ml, respectively (p<0,01). Although duration of Vitamin D usage was shorter in children with recurrent tonsillopharingitis, this difference was not statistically significant (p>0,05).
CONCLUSION: Vitamin D levels in children with recurrent tonsillophargitis were significantly lower compared to the control group. We believe that serum vitamin D levels should be checked in children with recurrent tonsillopharingitis and deficiencies should be treated.

4.Effects of Smoking on Healthy Young Men’s Hematologic Parameters
Besime İnal, Tuba Hacıbekiroğlu, Bilger Çavuş, Zeliha Musaoğlu, Hatice Demir, Berrin Karadağ
PMID: 28058297  PMCID: PMC5175019  doi: 10.14744/nci.2014.39974  Pages 19 - 25
AMAÇ: Sigara birçok kronik hastalık için bir risk faktörüdür, ayrıca hematolojik sisteme akut ve kronik etkisi bulunmaktadır. Çalışmamızda sağlıklı genç erkeklerde sigaranın bazı kan değerleri üzerine etkisini araştırdık.
YÖNTEMLER: : 20-30 yaş arası 171 sağlıklı erkek bireyin sigara ve madde kullanımı, ek hastalıkları, doğum alanı, eğitim düzeyleri sorgulandı. Vakaların antropometrik ölçümleri alındı. Tiroid fonksiyon testleri, vitamin B12, folik asit, ferritin, demir, total demir bağlama kapasitesi, lökosit, trombosit, hemoglobin, hematokrit, ortalama eritrosit hacmi (MCV), ortalama trombosit hacmi (MPV), HBsAg, anti-HBs, anti-HCV, anti-HIV değerlerine bakıldı. Sigara kullananlar ile kullanmayanlar karşılaştırıldı. Ayrıca sigara kullanan grup kendi içinde; 2 yıl, 5 yıl, 10 yıl olarak sınıflandırıldı. Kullanma süresinin kan değerleri üzerine etkisi araştırıldı.
BULGULAR: Sigara kullanan grupta MCV değerleri kullanmayan gruba göre anlamlı olarak daha yüksek saptandı (p < 0,05). Alt grup analizinde sigara kullanan grupta 5 yıl ve üzeri sigara içenlerde, 5 yıldan az içenlere göre beyaz kan hücreleri (WBC) anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p < 0,05).
SONUÇ: : Çalışmamız sigara kullanmanın ve özellikle uzun süre kullanımın hematolojik parametrelerde olumsuz yönde değişiklik yapabileceğini desteklemektedir.
OBJECTIVE: Cigarette smoking carries higher risks for most of the chronic diseases. It also has chronic and acute effects over the hematologic system. This study explores the effects of cigarette smoking on some blood values of the healthy young male smokers.
METHODS: In this study, cigarette smoking and usage of substance, additional diseases, birth areas and education levels of 171 healthy male subjects between the ages of 20 and 30 years were investigated. Anthropometric measures of the occurrences were made. The values of Thyroid Function Tests, Vitamin B12, Folic Acid, Ferritin, Ferrous/Iron, Total Iron Binding Capacity, Leucocytes, Platelet, Hemoglobin, Hematocrit, Mean Corpuscular Volume (MCV), Mean Platelet Volume (MPV), HBs AG, Anti-HBs and Anti-HIV were evaluated. The subject groups of smokers and non-smokers were compared. The group of smokers was also sorted into subgroups of “2 years smokers”, “5 years smokers” and “10 years smokers” according to their smoking durations. The effects of smoking durations over the blood values were also investigated.
RESULTS: The MCV values of the subject group of smokers were higher than the values of the subject group of non-smokers, which was statistically meaningful (p < 0.05). As a result of the subgroup analyses of smokers, the white blood cells (WBC) of the subjects with 5 years or more smoking duration were higher than the subjects with less than 5 years smoking duration, which was statistically meaningful (p < 0.05).
CONCLUSION: This study supports the idea that cigarette smoking and especially longer durations of smoking have adverse effects over the hematologic parameters.

5.Comparison of Adefovir Dipivoxil and Pegylated Interferon Alpha 2a Treatment in Chronic Hepatitis B Patients
Pınar Korkmaz, Gaye Usluer, İlhan Özgüneş, Elif Doyuk Kartal, Nurettin Erben, Saygın Nayman Alpat
PMID: 28058298  PMCID: PMC5175020  doi: 10.14744/nci.2014.27247  Pages 26 - 32
AMAÇ: Bu çalışmada Kronik Hepatit B (KHB) tedavisinde PEG-IFN alfa 2a (PEG-IFN α-2a ) ve adefovir dipivoksil (ADV) tedavilerinin etkinliğinin karşılaştırılması planlandı.
YÖNTEMLER: Bu çalışmaya 01.09.2005 – 31.03.2008 tarihleri arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları Kliniği’nde takip edilen 30 hasta alındı. Hasta gruplarından birine (10 HBeAg negatif, 4 HBeAg pozitif) PEG-IFN α-2a 180 μg/haftada bir, diğer gruba (11 HBeAg negatif, 5 HBeAg pozitif) ise ADV 10 mg/gün tedavisi verildi. Değerlendirme süresi 48 hafta olarak belirlendi.
BULGULAR: 48 hafta sonunda HBeAg negatif hastalarda serum HBV DNA seviyesinde ADV grubunda 4,8 log10 kopya/ml ve PEG-IFN α-2a grubunda 4,2 log10 kopya/ml'lik düşme saptandı. 48 hafta sonu biyokimyasal yanıt oranı PEG-IFN α-2a grubunda %60, ADV grubunda %91’ dir. HBeAg pozitif hastalarda serum HBV DNA seviyesinde ADV grubunda 3,2 log10 kopya/ml ve PEG-IFN α-2a grubunda 4 log10 kopya/ml'lik düşme saptandı. 48 hafta sonu biyokimyasal yanıt oranı PEG-IFN α-2a grubunda %50, ADV grubunda %40’dır. PEG-IFN α-2a grubu hastalar ile ADV grubu hastalar arasında HBeAg pozitif ve HBeAg negatiflerde tedavi sonu biyokimyasal ve virolojik yanıt oranları yönünden anlamlı bir fark tespit edilmedi. Her iki tedavi grubu yan etkiler açısından değerlendirildiğinde PEG-IFN α-2a tedavisinde yan etkilerin anlamlı derecede fazla olduğu görüldü.

SONUÇ: Çalışmamızda PEG-IFN α-2a ve ADV tedavilerinin hem HBeAg pozitif hem de negatif hastalarda 48 hafta sonu biyokimyasal ve virolojik yanıt yönünden birbirlerine bir üstünlükleri bulunmamıştır.
OBJECTIVE: In this study, we aimed to eveluate the efficacy of pegylated interferon alpha 2a and adefovir dipivoxil treatment in chronic hepatitis B patients.
METHODS: This study was performed on patients treated for chronic hepatitis B in the infectious disease clinic of Eskişehir Osmangazi University between the dates 01.09.2005 and 31.03.2008. A total of 30 patients aged between 18 and 65 years compose the study group. One of patient groups received (10 HBeAg negative, 4 HBeAg positive) PEG-IFN alpha 2a at the dose of 180 μg/once a week, whereas the other group (11 HBeAg negative, 5 HBeAg positive) received 10 mg/day ADV treatment. Treatment response evelauted at week 48.
RESULTS: There were 4.8 log10 copy/ml and 4.2 log10 copy/ml reductions were defined in serum HBV DNA in HBeAg negative patients in ADV and PEG-IFN alpha 2a groups, at week 48, respectively. Biochemical response rates were 60% and 90. 9% in PEG-IFN alpha 2a and ADV groups, respectively. Among HBeAg positive patients, reductions in serum HBV DNA levels were 3. 2 log10 copy/ml and 4 log10 copy/ml in ADV and PEG-IFN alpha 2a groups, at week 48, respectively. Biochemical response rates were 50% and 40% in PEG-IFN alpha 2a and ADV groups, respectively. No significant difference was determined in biochemical and virological responses in HBeAg positive and negative patients between PEG-IFN alpha 2a and ADV groups, at week 48. When both treatment groups were evaluated for side effects, it was observed that side effects were significantly common in PEG-IFN alpha 2a group.
CONCLUSION: When we compared PEG-IFN alpha 2a and ADV treatment in both HBeAg positive and negative patients, biochemical and virological response at 48 weeks were similar.

6.Efficiency of ESWT Utilization In the Treatment of Lateral Epicondylitis
Korhan Bayram, Hilal Yeşil, Erdal Doğan
PMID: 28058299  PMCID: PMC5175021  doi: 10.14744/nci.2014.77487  Pages 33 - 38
AMAÇ: Lateral epikondilit, el bilek ekstansörlerinin orijin aldığı lateral epikondilde ve ön kolun ekstansör kas yüzeyinde ağrı ile karakterize, kolun en yaygın lezyonlarından biridir. Tanısı kolay konulmasına rağmen tedavisi zorluklar içermektedir. Konservatif tedavide non-steroid anti-inflamatuar ilaçlar, ultrason tedavisi, steroid enjeksiyonları, fonksiyonel breysleme, lazer tedavisi ve şok dalga tedavisi kullanılmakta olmasına rağmen, hiç birinin gerçek anlamda etkin olduğuna ait kanıta dayalı veriler bulunmamaktadır. Çalışmamızda, şok dalga tedavisinin, lateral epikondilit tanılı hastalardaki etkinliğinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: : Toplam 12 lateral epikondilit tanılı hasta çalışmaya dahil edildi. Şok dalga cihazı ile haftada 1 kez olmak üzere toplam 3 seans tedavi verildi. Hastaların tedavi öncesi ve tedavi sonrası 1.ayda maksimum kavrama gücü ve visual analog skala (VAS) ile ağrı düzeyleri değerlendirildi, lateral epikondilite spesifik testler uygulandı ve lateral epikondilite özel oluşturulmuş hasta bazlı tenisçi dirseği değerlendirme anketi Türkçe versiyonu (PRTEE-T) skorları incelenerek veri analizi yapıldı
BULGULAR: VAS skorları tedavi öncesine göre anlamlı olarak (p<0,05) azalma gösterirken, el kavrama gücünde tedavi öncesine göre 1. ayda anlamlı (p <0,05) artış saptandı. PRTEE-T Anketinin Total Skoru tedavi öncesine gore anlamlı (p <0,001) düşüş gösterdi ve hasta ve hekimin global değerlendirmelerinde, tedavi sonrasında, her iki değerlendirme için de anlamlı (p<0,05) azalma saptandı
SONUÇ: Sonuç olarak, şok dalga uygulaması Lateral Epikondilit konservatif tedavisinde ağrı, fonksiyonel aktiviteler ve yaşam kalitesi üzerine faydalı bulunmuştur
OBJECTIVE: Lateral epicondylitis; is a common disease characterized by pain localized over lateral epicondyle, origin of common extensors, and dorsal aspect of forearm. It is easy to diagnose but treatment involves some inherent drawbacks. Conservative management includes Non-steroidal anti inflammatory drugs, ultrasound therapy, steroid injection, functional bracing, laser therapy and shock wave therapy, however none of these modalities have been shown to be significantly effective. Our study investigates the efficacy of extracorporeal shock wave therapy (ESWT) therapy in the treatment of lateral epicondylitis.
METHODS: 12 patients with lateral epicondylitis were included in the study. 3 sessions of ESWT was utilized (1 session per week). Maximum grasping and pain scores were assessed before and after treatment at 1 month. Specific tests for lateral epicondylitis were utilized and Turkish version of the Patient Rated Tennis Elbow Evaluation (PRTEE-T) survey was administered and analysed.
RESULTS: Visual analogue scale (VAS) scores were significantly lower (p<0,05) and grip strength was significantly increased (p <0,05) after ESWT treatment at first month. Overall PRTEE-T survey scores were decreased significantly at first month (p <0,001) after treatment. Global assessment of both patient and physician were significantly lower after treatment (p<0,05).
CONCLUSION: To conclude, ESWT utilization in conservative treatment of lateral epicondyilitis was found to be effective on reducing pain, functional activities and quality of life.

7.Our experiences in a single injection axillary block technique
Yonca Yanlı, Mehtap Özdemir, Nurten Bakan
PMID: 28058300  PMCID: PMC5175022  doi: 10.14744/nci.2014.02996  Pages 39 - 44
AMAÇ: Aksiller pleksus bloğu üst ekstremite cerrahisinde en sık kullanılan tekniklerden biridir. Çalışmamızda Ağustos 2010 - Mart 2011 tarihleri arasında rutin uygulamamızda kullandığımız tek enjeksiyon aksiller blok yöntemini geriye dönük olarak değerlendirdik.
YÖNTEMLER: Nörostimulasyon tekniği ile aksillar blok uygulanan, elektif olarak, kolun distal bölümü, ön kol ve el cerrahisi geçiren ASA I-III, 40 hastanın (17 kadın, 23 erkek) kayıtları değerlendirildi. Aksiller blok uygulaması, sinir stimulatörü ile 22G, 50mm yalıtılmış iğne kullanılarak yapılmıştı. Nörostimulasyon iğnesi, aksiller arterin hemen üzerinden, pektoralis major kasının lateral kenarından ve aksillanın mümkün olan en proksimal bölgesinden ilerletilmişti. Median ve ulnar sinirin distal motor cevabının aynı anda bulunduğu noktada akım 0.5mA'e düşürülerek lokal anestezik (%1 lidokain 20ml + %0.25 bupivakain 15ml) verilmişti. Çalışmamızda, hastalara ait veriler, motor ve duyusal blok zamanı, blok başarısı ve komplikasyonlar değerlendirildi.
BULGULAR: Kırk hastanın ortalama blok uygulama süresi 1.21 ± 0.39 dakika, motor blok başlama zamanı 14.20 ± 4.96 dakika, duyusal blok başlama zamanı 17.19 ± 2.71 dakika olarak bulundu. Blok başarı oranı %97.5 idi. Blok uygulamasını izleyen 24 saatte herhangi bir komplikasyon olmadığı görüldü. Tüm hastalarda duyusal ve motor blok sorunsuz olarak geriye dönmüştü.
SONUÇ: Çalışmamızda, uyguladığımız tek enjeksiyon aksiller blok tekniğini uygulamasının kolay, blok başarısını yüksek, komplikasyon oranını düşük bulduk. Bu nedenle uygun vakalarda desteklenmesi gerektiği sonucuna vardık.
OBJECTIVE: Axillary plexus anesthesia is one of the widely used technique for upper extremity surgery. In this study, we evaluated retrospectively the single injection axillary plexus block technique that we used in our rutine anesthesia practise, between August 2010–March 2011.
METHODS: The single injection axillary block tecnique which performed by neurostimulation was rewieved in ASA I-III, 40 patients' records (17 female and 23 male) undergoing elective distal part of arm, forearm and hand surgeries retrospectively. The axillary block was performed with 22 G, 50 mm insolated needle by nerve stimulator. The needle was inserted immediately superior to axillary artery, lateral border of the pectoralis major muscle and as proximal as the axilla. The local anesthetic mixture (1% lidocaine 20ml + 0.25% bupivacaine 15ml) was injected to the place (point) that the median and ulnar nerves distal motor response were located at the same time by the stimulation current of 0.5 mA. In our study, demographic datas, the motor and sensory block time, the success rate and the complications were evaluated.
RESULTS: The mean time to perform the block was 1.21 ± 0.39 minutes in our 40 patients. The onset time of the motor block was 14.20 ± 4.96 minutes and the sensory block was 17.19 ± 2.71 minutes. The success rate was % 97,5. No complication was found during 24 hours postoperatively. The sensory and motor functions returned properly in all patients.
CONCLUSION: In our study we found that the single injection axillary block tecnique was easy to perform, the success rate was high and the complications rate was low. Therefore we concluded that axillary block should be supported in appropriate cases.

CASE REPORT
8.Management Of Hematometrocolpos Due Dysfunctional Uterine Bleeding Following Progestin use: A Case Report
Murat Bakacak, Fazıl Avcı, Mehmet Sühha Bostancı, Zeyneb Bakacak, Salih Serin, Önder Ercan, Bülent Köstü
PMID: 28058301  PMCID: PMC5175023  doi: 10.14744/nci.2014.32932  Pages 45 - 48
Hematometrokolpos intrauterin kanama nedeniyle uterus ve vajen içinde kan birikmesi durumudur. 20 yaşında adölesan hasta menarş döneminde progestin kullanımı sonrasında oluşan kanama şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Yapılan transabdominal ultrasonografide hematometrokolpos tespit edildi. Beş gündür devam eden aşırı kanama nedeniyle hasta soluk görünümdeydi ve hemoglobin düzeyi 5,1 g/dl olarak ölçüldü. Hastaya kan transfüzyonu ve medikal tedavi uygulandı. Transabdominal ultrasonografi ile iki gün sonrasında hematometrokolposun düzelmesi üzerine hasta komplikasyonsuz olarak taburcu edildi. Kadın genital sistemin çıkışının tıkanması nadir görülen bir durumdur. Hematokolpos radyoterapi, vajinal fibrom ve enfeksiyon veya enflamatuar durumların neden olduğu labial sineşiye bağlı vajinal oklüzyon ileri yaş kadınlarda rapor edilmiştir. Bizler bu olgu sunumunda masif disfonksiyonel kanama nedeniyle genç bakire bir hastada oluşan hematometrokolpos olgusunun yönetimini sunmayı amaçladık.
Hematometrocolpos is blood accumulation in the vagina and uterine cavity due to intra-uterine hemorrhage. A 20- year old female presented at our clinic with massive menorrhagia at menarche after progestin usage.Hematometrocolposwas determined bytransabdominal ultrasonography. She was pale because of heavy bleeding for 5 days and hemoglobin level was measured at 5.1 g/dl. Initial treatment was blood transfusion and medical drug therapy. After resolution of the hematometrocolpos was shown by transabdominal ultrasound 2 days later, the patient, who was stable, was discharged without complication. Obstruction of the female genital outflow tract is rare. Hematocolpos has been reported in elderly women following vaginal occlusion due to radiotherapy, vaginal fibroma and labial synechiae causing infection or inflammatory conditions.The case is presented here of the successful management of hematometrocolpos due to massive dysfunctional uterine bleeding in a young virgin patient.

9.A trombosis story and PRES
Vural Kartal, Zeynep Zara, Sema Yılmaz, Aylin Ayhan, Asım Yörük, Çetin Timur
PMID: 28058302  PMCID: PMC5175024  doi: 10.14744/nci.2014.25744  Pages 49 - 52
Akut lenfoblastik lösemili çocuklarda tromboz hem L asparaginaz tedavisi sırasında hem de tedavi sonrasında görülebilir. Posterior reversible ensefalopati sendromu ani tansiyon artışı ile birlikte baş ağrısı, bulantı, kusma, bilinç değişikliği, görme bozukluğu ve konvülziyon ile karakterize kompleks bir sendromdur. Gebelik toksemisi, organ transplantasyonu, immunsüpresif tedaviler, otoimmun hastalıklar ve kemoterapi sonrası görülen vakalar bildirilmiştir. Etiyolojik faktörlere bağlı olarak beyin dokusunda gelişen vazojenik ödem patofizyolojinin temelini oluşturur. B hücreli akut lenfoblastik lösemi tedavisi sırasında konvülsiyon geçiren ve radyolojik olarak posterior reversible ensefalopati sendromu tanısı alan bir vakada ayırıcı tanı olarak bu sendromu vurgulamak istedik.
Trombosis is seen in children with acute lymphoblastic leukemia during or after L-asparaginase treatment. Posterior reversible encephalopathy syndrome is a complex syndrome characterized with sudden hypertension, headache, nausea, vomiting, unconsciousness, vision defect and seizures. The cases related to this syndrome are reported after eclampsia, organ transplantation, immunsuppressive treatments, autoimmune diseases and chemotherapy., vasogenic edema occuring in the brain parencyhma constitues the basic pathophysiology. We present a case who developed seizures during treatment for B-cell acute lymphoblastic leukemia and diagnosed as posterior reversible encephalopathy.

10.Disseminated Lupus Vulgaris: A Case Report
Burçe Can, İlkin Zindancı, Zafer Türkoğlu, Mukaddes Kavala, Vasfiye Uluçay, Filiz Topaloğlu Demir
PMID: 28058303  PMCID: PMC5175025  doi: 10.14744/nci.2014.98608  Pages 53 - 56
Kütanöz tüberkülozun sekonder bir formu olan lupus vulgaris tedavi edilmediğinde kronik ve persistan bir seyir göstermektedir. En sık baş ve boyun bölgesinde yerleşim göstermekle birlikte daha az sıklıkla kol ve bacaklarda, nadiren de olsa gövde ve saçlı deride de yerleşim gösterebilmektedir. Burada yüz, saçlı deri, gövde ve ekstremiteler de dahil olmak üzere tüm vücutta jeneralize bir dağılım gösteren, atrofik, yer yer erode ve/veya ülsere kırmızı-mor-kahverengi renkte plaklarla seyreden, antitüberküloz tedavisi sonrasında tüm lezyonları gerileyen, 73 yaşında bir lupus vulgaris olgusu sunuyoruz.
Lupus vulgaris is a secondary form of cutaneous tuberculosis which persists for years without treatment. The head and neck are the most commonly affected sites. Next in frequency are the arms and legs, whereas the involvement of the trunk and the scalp is rare. Here we describe 73-year-old man with a 5- year history of slowly growing, atrophic, some eroded and ulcerated, red-brown plaques on his forehead, nose, cheeks, ear lobes, trunk and extremites. Disseminated lesions improved after anti- tuberculosis therapy.

INVITED REVIEW
11.Flexible Flatfoot
Aziz Atik, Selahattin Özyürek
PMID: 28058304  PMCID: PMC5175026  doi: 10.14744/nci.2014.29292  Pages 57 - 64
Pediatrik ortopedide en sık ebeveyn şikayetine sebep olan deformitelerden birisi olan düztabanlığın klinik veya radyolojik olarak kabul görmüş evrensel bir tanımı yoktur. Sebepleri üzerinde halen pek çok tartışmanın olduğu esnek düztabanlıkları, diğer patolojilere ikincil oluşabilen sert düztabanlıklardan ayırmak lazımdır. Bu çocuklar genellikle herhangi bir şikâyetleri olmadan aileleri tarafından getirilirler. Fizik muayenede genel bağ dokusu gevşekliğinden ayağın iç yapılarına kadar patoloji olabileceği unutulmamalıdır. Her esnek düztabanlığı olan çocukta radyolojik inceleme gerekli değildir. Şikâyeti olmayan çocuklarda, her esnek düztabanlık için tedaviye gerek yoktur. Şayet gündelik hayatı etkileyen ağrı ve fonksiyon kısıtlılığı varsa konservatif veya cerrahi tedaviler uygulanabilir.
While being one of the most parental complained deformities, flatfoot does not have a universally accepted description. The reasons of flexible flatfoot are still on debate, but they must be differentiated from rigid flatfoot which occurs secondary to other pathologies. These children are commonly brought up to a physician without any complaint. It should be kept in mind that the etiology may variate from general soft tissue laxities to intrinsic foot pathologies. Every flexible flatfoot does not require radiological examination nor any treatment if there is no complaint. Otherwise further investigation and conservative or surgical treatment may necessitate.

LookUs & Online Makale